29 Eylül 2004Ömer Turan*
Ahmed Mithat Efendi Jön Türk romanında Ceylân Hanım ve Nurullah Bey karakterlerini, serbest evlilik konusunda tartıştırırken, Nurullah Bey serbest evliliğin "erkelerden ziyade yine kadınların ziyanına mucip olacağını" uzun uzun anlatır. Buna karşılık serbest evliliğin ve genel olarak kadın haklarını ateşli savunucusu olan Ceylân Hanım'sa "Veriniz kadınların hukukunu kendi ellerine. Bakınız kadınlar kendi hukukunu muhafaza edebilirler mi, edemezler mi görünüz" der. Bir bakıma Jön Türk'deki bu tartışma, TCK'nın yenilenmesi bağlamında ortaya çıkan tartışmaların ne kadar geriye gittiğini gösteriyor. Kadın haklarının, onların bazı özgürlüklerinin sınırlanmasıyla korunabileceğini düşünen Nurullah Bey'in konumuyla süre giden zina tartışmalarında dile getirilen bazı görüşlerin benzerliği dikkate değer. Bu arada Ahmed Mithat'ın Ceylân Hanım'ı "sıhhat-i ahlâkiye için ne kadar muzır" ifadeleriyle okura tanıttığının da altını çizmek gerekiyor.
Şu ana kadar kamuoyuyla hükümet arasında mütereddit tavrından sonra CHP ile AKP arasında, hatta bazı yorumlara göre başbakanla kurmayları arasındaki tartışma hep zinaya odaklanmış durumda. Ve gelinen noktada politika kulisleri eğer mevcut kilitlenmeyi aşabilirse, 6 Ekim'deki İlerleme Raporu öncesinde, yeni TCK meclisten tartışma olmaksızın, kısa süre içinde geçebilir. Ama yasa tasarısının tek sorunu zina maddesi değil. Yaz boyunca bazen gazetelerde yer bulsa da, yeni TCK'nın düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki sorunlu maddeleri yeterince ve düzeltmeye yönelik baskı oluşturucu şekilde tartışılmadı.
ZİNANIN SAKLADIKLARI
2002'den itibaren yapılan düzenlemelerle düşünce özgürlüğü konusunda olumlu gelişmeler yaşandı. Ancak yeni yasa bazı reformlardan gerilmeler içeriyor. Mesela 306. maddesi "Temel Milli Yararlara Karşı Hareket" başlığını taşımakta. Son dönem reformlarıyla basın yolluyla işlenen suçlar için hapis cezası öngörülemeyeceği ilkesi benimsenmiş olmasına karşın "temel milli yararlara karşı hareket"in basın yoluyla yapılması durumda yeni TCK ceza arttırımı öngörüyor. Madde "temel milli yarar"a ilişkin bir tanım da sunmakta. Buna göre, bağımsızlık, toprak bütünlüğü, milli güvenlik ve Cumhuriyet'in temel ilkeleri "temel milli yarar"ın unsurlarını oluşturmakta. Diğerleri de tartışılabilir ama sadece "milli güvenlik" kavramının bile ne denli kapsayıcı tanımlanabileceğini düşünmek, yeni TCK'nın düşünce özgürlüğü konusunda yaratacağı sorunlara ilişkin bir fikir vermekte.
Yeni TCK'nın 306. maddeye ilişkin gerekçesine baktığımızda da iki örnek üzerinden "temel milli yarar"ın somutlaştırıldığını görüyoruz: İlki milli tabumuz 1915 olayları, ikincisi de Kıbrıs. Maddenin gerekçesine göre "Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesi veya bu konuda Türkiye aleyhine bir çözüm yolunun kabulü için veya sırf Türkiye'ye zarar vermek maksadıyla, tarihsel gerçeklere aykırı olarak, 1. Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin soykırıma uğradıklarının basın ve yayın yoluyla propagandasının yapılması gibi" fiiller "temel milli yarar"a aykırılık teşkil edecek ve hapis cezasını gerektirecek.
Gerekçenin özellikle Kıbrıs meselesine atıfta bulunan kısmı demokratikleşmeye direnenlerin ne denli güçlü konumlanmış olduklarını gösteriyor. AKP hükümeti Kıbrıs'ta Denktaş politikasının tek yol olmadığına kendisini angaje ettiyse de, büyük ölçüde bürokratların kaleminden çıkma metin, resmi Türk dış politikasındaki değişimi yok sayma eğiliminde. Gerekçenin 1915'e ilişkin bölümü de, konuya ilişkin resmi konum açısından bile zor savunulacak nitelikte. 1915 yılının 1. Dünya Savaşı sonrasında değil, sırasında olduğunu bir tarafa bırakalım. Türk Dışişleri yıllardır konun tarihçilere bırakılmasını savunmadı mı? Bu "tarihçilere bırakma" tutumu Sezer tarafından da dile getirilmedi mi? Acaba şimdi kanun metnini kaleme alan hukukçuların konuya ilişkin gerçeği sabitlemeye çalışmalarını resmi ağızlar nasıl açıklayabilirler? Gündüz Aktan geçtiğimiz aylarda, resmi teze aykırı görüşlerin Türkiye'de daha sık duyulmaya başladığından yakınıyor, gerek bazı çevirilerden, gerekse bazı Türkiyeli tarihçilerden şikayet ediyordu. Farklı görüşleri öne sürmek yeni TCK öncesinde de bir bakıma cesaret istiyordu, fakat taslağın bu haliyle yasalaşması büyük bir olasılıkla farklı seslerin duyulmasını daha da zorlaştıracak.
AB HEDEFİNİN PERDELEDİKLERİ
Gündem bir kez daha AB kararlarının takvimine odaklanıyor ve Türkiye'nin demokratikleşmesine ilişkin AB ile bağlantılı gündemde yer almayan sorunlar geri plana itiliyor. Kimi zaman takvim odaklı gündemin tartışılması gereken konuların üzerini -AB uzlaşması çerçevesinde- örtmesi tehlikesi de ortaya çıkıyor. Aslında bu üzerini örtme tavrı AB'ye uyum açısından bile çok tutarlı değil, çünkü düşünceyi, "ulaşılması gereken sonuçların önceden belirlenmesi gereken bir süreç" olarak tanımlayan bir TCK'nın yasalaşması, AB'ye uyum sürecini de zora sokacaktır. Bazılarına göre AB ile AKP arasındaki "kültürel fark" zina konusunda kristalleşti ve takvime ilişkin sıkışıklığın nedeni bu. Fakat önemsenmesi gereken bir nokta da, yeterli derecede kararlı olmayan demokratikleşme iradesinin dirençli engellere takılması. Bu engellemelere karşı Türkiye'nin bir dış itici güç olmadan demokratikleşmesini talep etmek ve bu bağlamda düşünce özgürlüğüne yönelik tehditleri gündemde tutmak gerekiyor.
*Doktora öğrencisi